enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
42,2081
EURO
48,8788
ALTIN
5.430,71
BIST
10.924,53
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
21°C
İstanbul
21°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
21°C
Salı Hafif Yağmurlu
19°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
16°C

Adamların neğşi ve ağlayan çoban hikâyesi

Hedefe ulaşmada cesaretin rolü büyüktür. Cesareti harlayan şey ise insanın içindeki hırstır. Ancak hırsı kontrol etmek, dengede tutmak gerekir. Ben hırsı genellikle bir aslana benzetirim. Hani derler ya “Herkesin içinde bir aslan yatar”, o misal…

Adamların neğşi ve ağlayan çoban hikâyesi
15.10.2025 16:00
0
A+
A-

Prof. Dr. Ahmet Özer*

“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” derler, zira zamanla her şey unutulup gider, geriye hikâyesi kalır insanın. Varsa tabii anılmaya değer bir hikâyesi…

Bu noktada en büyük araç yazıdır. Zamana karşı yazı ile direnmek direnmelerin en güzelidir. O yüzden hep; yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır, derim.

Düşündüm ki eğer durum buysa, o zaman ben de bu hususta kurtarabildiklerimi ete kemiğe büründüreyim. Bunu yaşamım boyunca hep istedim. Eğip bükmeden, olabildiğince açık, objektif ve samimi olmaya çalışarak. Ölümün elinden ne kurtarabildimse.

İranlı şair Füruğ‘un dediği gibi, “Kuş ölür sen uçuşu hatırla.”

Kişinin özelliği

İnsanın özelliği onu diğer canlılardan ayıran yanıdır. Bu yan akıl ve vicdan sahibi olmasına dayanır.

İnsanlığın bir parçası olan kişinin özelliği ise onu diğerlerinden ayıran yanlarıdır, bu da kişinin sahip olduğu hünerleridir. “Hünerli” ve iyi insanlar daima diğerlerinden ayrılırlar. Bazen bu durum halkların belleklerinde veciz sözlerle dile gelir. Örneğin, Farsların bu konuda söylediği bir söz vardır. Der ki “Adam vardır, adamların neğşidir, Adam vardır it ondan yağşidir.” Kişiliği güncel olarak bundan daha güzel açıklayacak bir deyim düşünemiyorum. Bizde de “Öyle insanlar var ki; arpaya katsan at yemez, kepeğe katsan it yemez” diye bir söz söylenir. Bunlar toplumların tarihi süreçler içinde belleklerinden süzerek getirdiği sözlerdir, bu yüzden bin bir türlü hikmetle doludurlar.

Bu noktada soru şudur: O zaman insanları öyle ya da böyle yapan nedir? Kişiliklerini oluştururken geçtikleri süreçler; gerçek benleri, sosyal benleri ve de ideal benleri nelerdir. Ve daha da dönemlisi kendisi bunlarla ne kadar barışıktır?

Gerçek ben, kişinin kendi gerçeğidir, ontolojik varlığıdır; sosyal ben, toplumun onda görmek istediği şeydir; ideal ben ise kişinin ulaşmak istediği hedef(ler)dir.

Kendi gerçek ben’iyle barışık olmayan birinin vay haline. Kimseye çaktırmasa bile içinde oluşan derin kuyularda debelenip durur, bir türlü kendine gelemez, hatta kendi olamaz. Olumsuz yansımaları davranışlarıyla dışa vurur, çevresine ve topluma yansır.  

Sosyal ben ise toplumun kişiyi yönlendirmesidir. Toplumun insanı, görmeyi istediği şey olmaya iter. Böylece, özgüveni eksik olanlar kendilerinin nitelik ve yeteneklerinden ziyade toplumun onlar için biçtiği kalıplara girmeye çalışırlar. Sonuçta olamazlar da. Ne tam kendi istedikleri şey ne de toplumun istediği olurlar, arada kalırlar.

İdeal ben’e gelince; bu da kişinin ulaşmak istediği hedef (ler)dir. Hedefi çok yukarıya koyarsan ulaşamadığın için hayal kırıklığına uğrar mutsuz olursun, çok aşağıda olursa da hep orda sürünüp durursun, genellikle arzuladığın yere varamazsın. 

Peki, ne yapmak gerekir?

Hedefe ulaşmada cesaretin rolü

Hedefe ulaşmada cesaretin rolü büyüktür. Cesareti harlayan şey ise insanın içindeki hırstır. Ancak hırsı kontrol etmek, dengede tutmak gerekir. Ben hırsı genellikle bir aslana benzetirim.

Hani derler ya “Herkesin içinde bir aslan yatar”, o misal. Eğer korkak davranıp aslanı beslemezsen, açlıktan ölür, o vakit karnında ölü bir aslanla gezen pısırık biri olur çıkarsın.

Etrafınıza bakın, karnında ölü aslanlarla gezen binlerce insan görürsünüz. Onlar da bir zamanlar büyük hayallere sahipti, gözleri zirvedeydi. İdealleri vardı, en iyisi, en yüksekteki olmak istemişlerdi. Ama ne var ki biraz korkak, biraz tembel olduklarından zirveye ulaşmaya giden yorucu yolu göze alamamış, bulundukları yerde kala kalmışlardır. Bu kalış zamanla alışkanlığa, alışkanlık karakterlere; karakter de zamanla kaderlerine dönüşmüştür. Ya göze alamadıkları için hiç yürümediler hedefe, ya da gözleri yemedi geri döndüler, o yüzden oraya hiç var(a)madılar.

Oysa zirve için hem azim hem cesaret gerek. Bu azme ve cesarete sahip olmayanlar hayalini kurdukları şeyleri zamanla içlerinde kuruturlar. Sonuçta kendilerini mahkûm ettikleri yaşama çar naçar alışır; Aristoteles’in de belirttiği gibi, alışkanlık(lar)ı zamanla onların karakteri olur çıkar. Ve bu karakter kaderleri olur. 

Bir de bunun tersi var, hırsın aklın önünde gitmesi durumu. Eğer içindeki aslanı epey aç bırakıp sonra önünde bir “et parçası” sallandırırsan, o zaman aç aslan oraya canhıraş bir biçimde saldırır, göğsünü yırtar, hem kendinin hem senin mahvına yol açar.

Yani demem o ki, hırsın aklının önünde gitmesin; aklın ona yön versin, hedeflerin ulaşılabilir olsun ve de alacağın riskler mantık derekesinde olsun. Ama bu yolda asla korkak ve pısırık da davranma. Makulü dengedir. Aristoteles “Erdem mesotestir, mesotes de dengedir” diyor.

Hırsın ve tamahın ölçüsü kaçtığında tıpkı Van’ın Zımzım Dağı’nda Meher Kapış’da sıkışan çobana dönersin. 

Ağlayan çobanın hikâyesi

Günlerden bir gün kepeneği sırtında, sihirli kavalı elinde, önüne kattığı koyun sürüsünü güden bir çoban, sürüyü güde güde Van’ın kuzeyinde yer alan Akköprü suyuna kadar getirir.

Billur gibi akan bu sudan eğilerek hem kendisi kan kana içer hem de susamış olan koyunlarını suvarır. Sonra Zımzım Dağı’nın yamaçlarından kuzeye doğru doruğa çıkmaya başlar.

Biraz sonra koyunlarını dinlenmeye bırakıp, sadık dostu olan güzel kavalına sopa gibi dayanır ve yorgunluktan kapanmaya başlayan göz kapaklarına hükmedemeyerek tatlı bir uykuya dalar. Bir süre sonra güzel bir rüya görür. 

Masmavi bir gök kubbe altında ve şirin bir yerdedir. Rüyasında birdenbire gökyüzünün tabakalar halinde yarıldığını; yarılan gökyüzünün içinden çok güzel bir kızın çıktığını görür. Periler gibi olan bu güzel kız bizim çobana yaklaşarak selam verir ve ona yardıma geldiğini, korkmadan kendisini dinlemesini ister:

“Bak, şimdi sana bir dua öğreteceğim, iyi belle ve sakın unutma. Bu dua bütün tılsımları çözecek ve istediğin her arzu ve emelin yolunu açacaktır” dedikten sonra, “Şu kapıya iyi bak” diyerek onu Meher Kapı’ya doğru götürür ve çobana öğrettiği duayı okur.

Çoban birdenbire ne görsün; koca taş kapı yarılarak açılır. Güzel kız genç Çoban’a “Haydi korkma, içeriye gir” diyerek içerdeki hazineyi ona gösterir. Duayı da tekrar tekrar okuyarak unutmamasını tembih eder.

Bir süre sonra çoban uykudan uyanır. Rüyanın etkisinden bir türlü kurtulamamıştır. Bir yandan bunu düşünürken bir yandan da sürüsünü toparlamaya çalışır.

Biraz da çekinerek rüyasında gördüğü kapıya yaklaşır; kızın öğrettiği duayı okur ve hayretler içinde kalarak taş kapının açıldığını görür.

Kapıdan içeri girince gördükleri karşısında gözleri faltaşı gibi açılır. Çobanın hayal bile edemeyeceği mücevherler, altınlar, elmaslar yığınla karşısında durmaktadır. Sağına soluna bakar, sırtından heybesini indirerek heybenin her iki gözünü elleri ve ayakları titreyerek tıka basa doldurur. Heybe o derece dolmuştur ki onu yerinden zorlukla kaldırıp sırtına alır ve dışarı çıkıp, evinin yolunu tutar. Elmasa altına kavuşan çoban adeta uçmaktadır. Tüm umutları gerçeğe döneceği için dünyası şenlenmiştir. Neşesinden kaval çalmak ister. Fakat heyecandan kavalını taş kapının içerisinde bırakmıştır. Tekrar kapının önüne gider ve ezberindeki duayı okur.

Kapı açılır, içeri girer, kavalını bıraktığı köşede bulur, gözü tekrar hazineye takılır, lakin onca aldıklarına rağmen çobanın gözü doymamıştır. Kavalıyla beraber ortadaki kıymetli şeylerden bir miktar daha alır. Biraz daha, biraz daha derken kavalını ve son mücevherleri, altınları alıp kapıya yönelir. Yeniden kapanan kapıyı açmak için ezberindeki duayı okuması gerekmektedir. Fakat dünya telaşı ve hırs ona duayı unutturmuştur.

Dua bir türlü aklına gelmez. Sağa koşar, sola koşar, aklını zorlar, düşünür de düşünür… Nafile, duayı bir türlü hatırlayamaz. Yalvarır yakarır, ağlar, ama bütün bunlar boşa gider. Duayı hatırlayamadığı için dışarıya çıkamaz. Çok sevdiği yakınlarından, dostlarından ve sürüsünden ayrı kalır. Dünya malına çok tamah edip bunu gereğinden fazla bir hırsa dönüştürdüğünü düşünerek kahrolur ve oturup için için ağlamaya başlar. 

İşte rivayet edilir ki, şu anda bile Van Toprak Kale’nin yukarısında bulunan Meher Kapı’ya gelen ziyaretçiler kapının ardından bir inilti duyarlar ve kulaklarını kapıya dayadıkları zaman genç çobanın, içeriden gelen hazin ağlama sesi ile karşılaşırlar.

“Çoban” doyumsuz istemenin kurbanı olmuştur. Aklı başına geldiğinde ise iş işten geçmiştir. Bu duruma düşmemek için hırsın ve haris olmanın kurbanı olmamak gerekir. Bazen bırakabilmeyi, reddedebilmeyi bilmek gerekir. Bunun için cesaret gerek tabi.

Zira aşk, para ve liderlik cesurları sever. Fakat cesaret de güneşe gözlüksüz bakmak değildir, Meher Kapı’nın ardındaki çoban gibi…

Kazanmayı tasarlıyorsa kaybetmeyi de göze almalı insan.

Hiçbir şeyi kaybetmek istemeyen biri hiçbir şey kazanamaz.

*Görevden uzaklaştırılan tutuklu Esenyurt Belediye Başkanı

ETİKETLER: , , , ,
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.