“O siyah berenin altında bir çift göz; o kadar sakin, o kadar gösterişsiz ve o kadar inatçı bir tebessüm…”
Anayasa Mahkemesi’nin 2 defa ihlal kararı vermesine karşın tahliye edilmeyen Türkiye Personel Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay, suikaste uğrayıp öldürülmesinin yıl dönümünde AGOS Gazetesi Genel Yayın Direktörü Hrant Dink ismine bir yazı kaleme aldı. Atalay, “Hrant Dink, ülkemiz için kardeşleşmenin sembolüdür!” diye yazdı.
Can Atalay’ın Silivri Cezaevi’nden Agos Gazetesi için kaleme aldığı yazısı şöyle:
Adliyelerin, duruşma salonları önlerinin ve içlerinin olağan bir saldırı yeri haline getirildiği; Türkiye’nin adım adım bir yerlere sürüklendiği günlerdi…
Henüz avukat olmuşum. O günlerde üstlerinde cüppe olan veya olmayan bir ekip önce bir gazeteciye- müellife dava açılmasını temin ediyor, sonra da o davanın görüleceği yer, bin türlü küfrün, hakaretin, taarruzun “sahnesi” olarak kullanılıyor.
Yine o denli bir gündü, onunla ilgili açılan o meşhur davanın ilk duruşması o gündü.
Şişli Adliyesi bir apartmandan dönüştürülmüş bir bina. O mahkemenin duruşma salonu, o binanın üçüncü katında… Ben işlerimi bitirmişim, ofise dönmek için merdivenlerden inerken avukat Fethiye Çetin’i görüyorum, o da yukarı doğru çıkıyor. ‘Abla günaydın’ diyorumfakat karşılık yok, boşluğa bakıyori, çoğu zaman ki Fethiye abla değil. ‘Bir acayiplik var’ deyip peşinden tekrar üçüncü kata çıkıyorum, Baro odasında oturuyoruz, o iki mükemmel “cüppeci” ile birlikte. Hâlâ ne olduğunu anlayamıyoruz; sonra avukat Hasan Alıcı geliyor. O neler olduğunu anlatmaya başlamışken hiçbir açıklamaya mahal bırakmayacak bir güruh sökün ediyor…
O meşhur ve meşum davanın ilk duruşması bu türlü başlıyor…
O mahkemede benim de çok evrakım var; olanı biteni düzenli takip ediyor, doğru yanda duranların yanında durmaya çalışıyorum.
Dosyaya bir el değiyor
Bilirkişi raporuyla berte doğru giden belgeye, birçok sonra bir el değiyor ve Hrant Dink ceza alıyor… O mahkeme kararı, 19 Ocak’a giden o yolun tahminen de en kritik ögesi olarak kullanılıyor.
19 Ocak 2007, bir devrin en yüksek anı, tansiyonun adım adım yükseltildiği, taarruzların giderek arttığı ve şiddetlendiği; adliye koridorlarında, adliye önlerinde ortaya çıkan faşist terörün “kurgulanmış mantıksal”(!) sonucuna ulaştığı bir andır.
Hiçbir kapalısı gizlisi yoktu, herkesin ama herkesin gözlerinin önünde yaşanan hücumların. O hücumlara öngelen ve akabinde sökün eden kampanyanın, en “üst” aşamasıydı…
Yığınla soru var aklımda
Dink suikastı ile ilgili yayımlanan kitapların tümünü okudum; o çelebi tebessümü ile avukat Hakan Bakırcıoğlu arkadaşımı bitmeyen sorularım ile bunalttım kimi zaman,pek çoğumuz halâ karşılık bulamadığım yığınla soru var aklımda…
Yanıtsız kalan sorular şöyle dursun, 19 Ocak’ta işlenen cinayetin hiçbir kuşkuya mahal bırakmayan bir sebebi ve amacı var.
Hrant Dink, salt yakın tarihte bazıları için bakmaya utanılan, bazıları içinse hakkında tek bir cümle edilemeyen bir mesele ile ilgili söz aldığı için değil; o sözü, buralı bir lisanla, devletler arası bir bahis olarak değil, bir yüzleşmenin, bunun sonucunda sıradan insanların kucaklaşabilmesi için kurduğundan ‘tehlikeli’ (!) kabul edilmişti.
Hrant Dink’i ‘tehlikeli’ yapan
Israrla aşağıdan bir tartışma kurmaya ve sıradan insanların hafızasında bir kucaklaşma sağlamaya çalışması, üstelik de bunu memleketi terk etmeden, ısrarla “bu topraklarda altına girmek için gözü olanların” adanmışlığıyla sürdürmesiydi, onu bu derece ‘tehlikeli’ (!) yapan.
Hiç sohbet etmişliğim olmadıbirkaç defa görmüşlüğüm oldu.
Biri Şişli Adliyesi önündeydi. Kendi duruşmasının olduğu bir gün değil. Öbür bir duruşmanın kapısına dayanışma için gelmişti sanırım. Hep zor günlerimiz oldu, o gün de zor bir gündü.o karmaşanın çabucak kenarında dimdik durduğunu fark ettiğimde gözlerime inanamadığımı çok iyi anımsıyorum…
Fransız sinemalarında veyahut dindar amcaların başında gördüğünüz; başın üstüne şöyle yan oturtulan bir siyah bere vardı başının üstünde.
O siyah berenin altında bir çift göz; o kadar sakin, o kadar gösterişsiz ve o kadar inatçı bir tebessüm…
Diğerinde, çok sakin bir günde bir üniversitenin koridorunda da gördüm onu… Ne kadar güzel olduğunu fark ettiğimde şaşırdığımı anımsıyorum.
Fotoğraflarına bakınca anlaşılamayacak kadar güzeldi.
Fotoğraflarına sığmayacak kadar güzeldir.
Her 19 Ocak’ta st 15:00’de bizi Pangaltı’da buluşturan ise onun kardeşleşme iradesi, inadıdır.
Saygıyla, sevgiyle anıyorum.